3 Ekim 2010 Pazar

SOSYOLOGLARIN "TEKNİK" İŞ YAPTIKLARI ve THS KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLMELERİ GEREKTİĞİ

Savior hocanın “sosyolog eylem planı” formunun 629 ncu sayfasında 02 Ekim 2010 / 23:58’te yazdığı mesaj:


Bilindiği üzere Maliye Bakanlığı sosyologların “teknik eğitim almadıkları ve teknik hizmet vermedikleri” gerekçesiyle, bu unvanın teknik hizmetler sınıfı A4 ortak hükümler maddesine dahil edilmelerini uygun görmemektedir.


“Her sınıflandırma bir bahse giriştir” diyen Gurvitch’ten hareketle, biz de sizin söylediğinizin aksine bahse gireriz ki “teknik bir eğitim aldık ve teknik bir hizmet” veriyoruz.


Maliye Bakanlığı uzmanlarının bilmeleri gereken noktalardan biri de, bir kişinin “uzman” olduğu konunun bütün yönlerini ve bütün bilgi türlerini kapsayamayacağıdır. BUMKO’da görevli uzmanlardan, “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” gibi mütevazı ancak yeri göğü birbirine katacak bir tavır beklemesek de en azından görev- yetki ve sorumluluk aşımına mahal vermeden, başka uzmanların görüşlerine değer vermelerini beklerdik. Bahsi geçen konuda ise uzman YÖK idi.


YÖK ve DPB uzmanları konuyu bilimsel veriler temelinde değerlendirirken açıkça BUMKO uzmanları aynı konuyu, lisans eğitimleri sırasında almış oldukları “SOSYOLOJİ’YE GİRİŞ” derslerinde öğrendikleri ve muhtemelen unuttukları yarım yamalak bilgilerle “sosyoloji teknik değildir” demeyi dillerine ve görüşlerine çirkin bir giysi olarak giydirdi.


Bu anlamda bizler, BUMKO‘daki görevlileri ikna etmek için değil, fakat sosyolojinin araştırma konularından sadece ikisi hakkında (makalede anket ve mülakat yer almıştır, kaldı ki 17 farklı araştırma tekniğini sosyologlar, bilgi üretim aşamasında, kullanmaktadırlar) aşağıda okuyacakları yazıyı, çeşitli makale ve çalışmalardan derleyerek Türkiye Kamuoyu ile paylaşma gereği duyduk.


Bu ülke topraklarında olmasa bile, dünyanın ilerlemiş istisnasız tüm ülkelerinde saygın bir bilim dalı olan sosyoloji eğitimi teknik bir eğitimdir ve sosyologlar teknik hizmet verdikleri kabul edilmiş bir durumdur. Bu nedenle “yaptıkları işi başkaları, sıradan insan, dışarıdaki biri yapamamaktadır” aynı bir mühendis, bir arkeolog ya da bir mimar da olduğu gibi… teknik bir hizmettir çünkü, bir değil bir çok teknik ve yöntemle elde ettiği bilgilerden yeni bir analizle yeni bir çerçeve çıkarır ki, bu anlamda sosyoloji 657 teknik hizmetler sınıfında yer alan pek çok meslekten daha da derinleşir.


Bir insan hatasında ısrar ederse buna karşın birazcık araştırma ve sağduyu ile olaya baktığında hata olduğunu görebilecekken, kendine yöneltilen eleştirileri olumlu değerlendirmezse, o kişinin iyi biri olmadığını söylemek, ahlaksal bir belirlemeden çok, ahlaka ilişkin bir kavramın ontolojik olarak kullanılması anlamını taşır ki, bu kişinin tam anlamıyla ahlaksal anlamda kötü niyetli olduğu söylenebilir.


Üstelik dünyanın her tarafında bilinir ve kabul edilir ki “hatada ısrar, hatadır” bazı yerlerde ikinci “hata” kelimesinin “aptallık” olduğuna dair bilgiler de mevcuttur.


Maliye Bakanlığı BUMKO uzmanlarının ve Maliye Bakanlığı yöneticilerin sabit fikirliliği değişmeyecekse de, kendilerinin yaptıkları hatayı görme ihtimallerinin, küçücük bir umut olarak sosyologlarda yarattığı heyecanla, aşağıdaki, 17 araştırma tekniği ve onlarca yöntem arasından sadece 2’sine ait, üstelik anlaşılması kolay ve uzama nedeninin de önüne geçmek için onlarca yazarın değil, sadece tek bir yazarın, çeşitli makalelerinden hazırlanmış olan bu derlemeyi kendilerine, BUMKO UZMANLARINA atfediyoruz.


Son söz: Biz teknik bir eğitim aldık, teknik bir hizmet veriyoruz. A4 istiyoruz.


Sosyologların “Teknik Eğitim” Almadıkları ve “Teknik Hizmet” Vermedikleri


Düşüncesiyle THS A4’e Olumlu Görüş Vermeyen


MALİYE BAKANLIĞINA ARMAĞANIMIZDIR

*******************************************************



Anket ve Mülakat Teknikleri

Sosyolojik soruşturmanın nesnesi, toplumsal gerçekliğin çeşitliliği ölçüsünde, farklılık gösterir: Toplumsal gerçeklik, topyekün toplumlardan- çeşitli gruplaşma biçimlerinden ve bu biçimler arasındaki ilişki ağlarından geçerek- bireyler arası ilişkilere, toplumsal varoluş, maddileşmiş veçhelerinden en “elle tutulmaz”larına, en “kurumsallaşmış” tezahürlerinden, en “beklenmedik- öngörülmez”lerine kadar son derece karmaşık, yoğun, sayısız iniş çıkış ve kıvrımlarla dolu birçok derinlemesine kattan oluşan bir rölyef arz eder. Ancak sosyolog bu toplumsal gerçekliğin hangi düzlemini yakalamaya yönelmiş olursa olsun, araştırmanın başından sonuna kadar her an ve her durumda incelenen nesnelerin zahiri çeşitliliğine rağmen hep aynı kalan bir metodolojik niyete sadık kalmalıdır. Zira toplumsal gerçeklik içinde yakalanan ve veçhelerin çeşitliliği, aynı zamanda, bu veçheler arasındaki karmaşık işleyişin birlik ve tekliğini de kabul etmeyi gerektirir. Toplum olgusunun, sosyolojik temel ilkesini de yöneten şu zahiri çelişkisi kendisini işte bu noktada gösterir: bir yandan toplumsal gerçekliğin özgül varlığı birbirine indirgenmeleri mümkün olmayan kesinlikli değişik çevreler scalalar ve veçheler halinde somutlaşır, diğer yandan ise bu toplumsal çerçeve scala ve veçhelerin, bir anlam kazanıp açıklanabilir hale gelmeleri, kendisine bağlı bulundukları ve kısmen ifade ettikleri “tümü kapsayan toplumsal olgu” içine yerleşmeleriyle mümkün olur. Bu demektir ki sosyolog, toplumsal gerçekliğin hangi münferit düzlemini yakalamaya yönelmiş olursa olsun toplumsal gerçekliğin doğası, kendisini bütünlükleri dikkate almaya sevk edecektir. Anketin sosyolojik bir niteliğe sahip olması, toplumsal gerçekliğin hiçbir veçhesini “bir yana (parantez arasında) koyma”yıp saf dışı etmemesine bağlıdır.

Toplumsal gerçekliğin bütün derinlemesine katlarını, bütün scala ve veçhelerini genel bir bakış açısından bir arada, bir bütün olarak ve birden ele alıp hesaba katmak zorunluluğu sosyolojik alan çalışmalarının, teorik ve pratik çalışmaları açısından çok önemli bir özelliğini vurgulamayı gerektirir. Bu özellik şöyle formüle edilebilir: sosyolog, toplumsal gerçekliğin hangi veçhesini ele alacak olursa olsun, inceleyeceği her olgu daima ve mutlaka gerçek bir kollektik birime, topyekün veya kısmi bir çerçeveye, kısacası belirli bir grup gerçekliğine bağlı olarak varolmaktadır. Sosyolog, incelediği olguları bir an dahi olsun, bu olguların temelindeki gerçek toplumsal gruptan yalıtarak ele alamaz. Gerçek toplumsal varlığı göz ardı ettiğinde ise, şu üçlü tehlikeyle karşı karşıya gelmiş olur:

Birinci tehlike toplum ile kültürün, ister işlem düzeyinde ister ontolojik açıdan birbirinden koparılmasıdır. Böylesi bir ayırma (ki buna etimolojide sık sık rastlanır) bir grup ya da topyekün toplumun gerek maddi (örneğin alet edevat ve teknikler) gerekse sembolik (örneğin toplumsal düzenleyiciklikler) tezahürlerinin, kendilerini sırtlayan gerçek kolektif birimlerden ya da etkin özleri ya da alıcıları durumundaki bireylerden bağımsız olarak incelenebileceğinin zımnen veya açıkça kabul etmek olur. Oysa kültür eserlerinin sembolik tabiatı bizi ister istemez gerek şu ya da bu derecede dile gelmeleri, gerekse iç bağlılık ve bütünlüklerinin pekiştirilmesi, bu eserlerin aracılığıyla gerçekleşen, aynı anda hem kolektif hem de bireysel özellik taşıyan gerçek, canlı bilinçlere götürür. Klasik “kültüralist” ekollerin hatası “kültürel olgular”ı bizatihi kendileri için- yani tabiat bilimcisinin doğadaki türleri diğer zaatiyet halinde soyutlarken yaptığı gibi- ele alıp, insanı da kendini yarattığı eserlerin incelenme çerçevesi dışına atarken, bu eserlerin tüm anlamlarını gözden kaçırmak olmuştur. Ancak modern antropoloji’de gereksiz yere zaatiyetler halinde soyutlanmış kültürel olguları değil de, kültürün oluşturduğu bütünü ve bu bütün aracılığıyla dile gelen toplumdan bağımsız olarak betimlenebilecek sembolik bir sistem olarak gördüğü ölçüde anı derecede ciddi bir başka hataya düşmüş olur. İlk etnolojik denemelerdeki natüralizm yerini, bu defa da aynı derecede tehlikeli “kültüralist” bir şekilcilik almış olmaktadır.

Sosyolojik anketin dayanak çerçevesi olarak gerçek toplumu ele almayı unuttuğu anda içine düştüğü ikinci tehlike de şudur:

Sınırlı grup ile bir yandan “küçük grup”un, diğer yandan da gerçek kolektif birim anlamında münferit gruplaşmanın hatalı olarak birbiri içine çok fazla emilmeleri. Özellikle Kuzey Amerika sosyal psikolojisinin kişiler arası ilişkiler ve “grup dinamiği”ni araştırmada gösterdiği büyük gelişme, sosyolojik araştırmaları da etkilemiş ve sonuçta psiko-sosyolojik “devamlılıkçılık” ağır basar hale gelmiştir. “Küçük Gruplar” a ilişkin sonuçların (ki bu gruplar ister deney gereklerine uygun biçimde oluşturulmuş laboratuar grupları, ister kendi gerçek ortamlarından hiçbir bilimsel gerekçeye dayanılmaksızın yalıtılmış araştırma grupları türünden sınırlı gruplar olsun) gerçek kolektif birimlere ve topyekün toplumlara genellenmesi, her türlü ve her çaptan kolektif birim arasında temel bir “devamlılık” bulunduğunu peşinen kabul etmeyi gerektirir. Bu gelişmenin daha da zararlı bir sonucu ise şudur: araştırmacı işlem tekniğini fetişleştirmekte, bu ise araştırmacının anketin esas amacına yani açıklamaya sırt çevirmesine yol açmaktadır. Kişiler arası bir psikolojinin gelişmesinin yararlarını tartışma konusu yapıyor değiliz ve şu da açıktır ki “statü, rol, tutum” gibi kavramlar, bireyin ve grubun incelenmesinde hem sosyolog hem de psikolog, antropolog, etnolog, folklor araştırmacısı için temel araçları oluştururlar. Ancak statüler, rol ve tutumlar kısacası karşılıklı eylem (etkileşim) sistemleri, toplumun topyekün veya kısmi yapılarına bağlıdırlar, dolayısıyla statü, rol gibi çerçevelerin bu yapılar bütününün varlığını kavrayıp ele almaları zaten söz konusu olamaz. Sosyoloji, konusunu bireyler arasındaki ilişkilerle sınırlandırdığı ölçüde kendi kendisini, toplumun temel problemlerini hiçbir zaman ele almamaya gerçek grupların yapısı üzerinde etkide bulunup bu yapıları belirleyen ve değiştiren topyekün veya kısmi güçler probleminin tartışma konusu dışında bırakmaya mahkum etmiş olur.

Üçüncü bir husus daha vardır: Toplumsal oranın istatistiksel bir biçimde kavranıp, istatistiksel olana indirgenmesi sonucunda da anketin sosyolojik niteliğini kaybetmesi. Burada söz konusu olan, sosyolojik gerçekliğin istatistiksel bir “mümkün denekler listesi (popülasyon, evren)” ne indirgenmesine, yani belirli bir özellik esasında tanımlanmış bir bireyler yekunuyla aynı şeymiş gibi görülmesidir ki kamuoyu yoklaması adı verilen anketlerde sık sık yapılan da budur. Kamuoyu anketini uygulayan kişi, genellikle gerçek toplumsal gruplar üzerinde değil de, bir veya daha çok ortak özellik esasında ( demografik, mesleki, ekonomik, dinsel ve benzeri…) zihin düzeyinde inşa edilmiş, dolayısıyla da az ya da çok türdeşlik gösteren soyut birey yapımları üzerinde çalışır; bu soyut birey yığmalarının temelini oluşturan ortak özellikler ise soruşturmanın konusuna göre seçilmişlerdir.

Bu şekilde elde edilen “denekler toplamı (popülasyon)” nın bağrından seçildiği toplumsal gerçeklik ile ortak hiçbir şeye sahip olmadığı apaçıktır: yıllık kazançlarının şu ya da bu kadar olması veya Pazar günleri kiliseye gidip gitmemeleri temelinde bir liste üzerinde bir araya getirilmiş bireyler toplamının gerçek bir ortak (kolektif) birim oluşturmadığı açıktır; ve böyle bir “denekler toplamı” üzerinde yapılacak soruşturma sosyolojik bir anlam taşıyamaz. Belirli bir nüfus içinden “sondaj- yoklama” yoluyla seçilmiş “örneklem- eşantiyon” u ele alan – zira bir kentte yaşayanların hepsini ele alıp incelemek neredeyse imkansızdır- soruşturmalar da, üzerinde çalışılan eşantiyon, nüfusun tümü hakkında derinlemesine bir bilgiye dayanılarak inşa edilmediği takdirde aynı türden bir sosyolojik zayıflıkla malül olmaya mahkumdur: Örneklem alırken bu örneklemin zemini durumundaki toplam nüfusu oluşturan gerçek kolektif birimleri ve bu birimler arasındaki karmaşık ilintiler şebekesini derinlemesine tanımlamak gerekmektedir. Örneklem üzerindeki soruşturmanın sonuçları topluluğun bütününe, ancak bu şartla genellenebilir.

Buraya kadar anlatılanlar özetlendiğinde görgül araştırmanın, eylem tarifnameleri olan tekniklerin körü körüne uygulanmasından ibaret olmadığı söylenebilir: ne kadar denenmiş olursa olsun her teknik, öngörülmez bir yanı daima bulunan araştırmaya adapte edilmek zorundadır; teknikler, kullanıldıkları her aşamada her defasında yeniden biçimlenir, şekil değiştirir, yeni işlem usullerinin oluşturulmasına yol açar ya da diğer tekniklerle bileşim içine girerler, bu konuda pek çok yazarın işaret ettiği gibi “çağdaş sosyolojinin farklılaştırıcılığı (farklılaşmaları benzerliklere indirgenmeksizin yakalamaya yönelik oluşur), araştırma tekniklerinin incelenen alan, kademe, tip, yapı, konjonktür ve olaylara göre farklılaşmaları şeklinde de kendini gösterir… “

Tekniklerin bu esneklik ve çok sayıdılıkları, sosyolojik soruşturmayı yönlendiren metoda tabi olmaları zorunluluğunu daha da vurgulamış olur. Soruşturmada kullanılan işlem usullerinin hiçbiri yalnızca sosyolojiye ait olma durumunda değildir: ne gözlem teknikleri ne mülakat teknikleri ve özellikle de ne istatistiksel teknikler. Sosyologun, teknik usullerden herhangi birine körü körüne bağlanması, toplumsal gerçekliğin problemlerini sosyolojik açıdan formüllendirme ve çözmedeki yeteneksizliliğinin kanıtı olmanın ötesinde hiçbir anlam taşımaz. Burada, sosyologun soruşturmalarında kullandığı başlıca teknik tiplerini belirtip ele alma zamının geldiği kanısındayız.

Sosyologun kullandığı teknikler başlıca dört kategoride toplanır: 1) Gözlem teknikleri; 2) Öznelerle sözel iletişime dayanan teknikler ki bunların en bilineni mülakattır; 3) Deney teknikleri; 4) İstatistiksel ölçme ve kontrol teknikleri. Bu genel tipler de kendi içlerinde uygulandıkları düzey, kademe, toplumsal çerçeve ve konjonktürlere uyarlanmış özel usuller halinde alt bölümlere ayrılırlar: sosyolojinin kullandığı işlem usullerinin tamamlanmış bir listesini çıkartmak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

Öte yandan bu dört genel teknik tipi, birbirini dışlamazlar: soruşturma sırasında ya aynı anda ya da ardışık olarak bir arada kullanılabilirler. Birbirleri karşısındaki önem dereceleri ise daima soruşturmaya, soruşturmayı yapanın dikkati ve ilgisini odaklaştırdığı toplumsal çevreye ya da kolektif tezahürlere göre belirlenir. Bu şekilde, örneğin toplumsal ekoloji ve morfoloji düzeyindeki soruşturmalar, istatistiksel ölçme usullerine öncelik verirken kolektif tutumlar ve toplumsal simgelere ilişkin incelemelerin ilk ağızda kullanacakları, mülakat teknikleri ve bunlarla ilintilendirilmiş olarak da istatistiksel kontrol usulleri olacaktır; soruşturma burada da sosyometrik tipten deneyleme tekniklerinin kullanılmaları söz konusu olabilecektir.

1- Gözlem Teknikleri

Temsil, ölçme ve kontrol teknikleri ne derece geliştirilmiş veya duyarlılaştırılmış olurlarsa olsunlar, sosyolojik soruşturmanın gerçek toplumla doğrudan teması safdışı etmesinin imkansızlığı ölçüsünde, basit gözlem usulleri temel bir öneme sahip olmaya devam edeceklerdir.

a) Serbest Doğrudan Gözlem: İnceleme nesnesi ister çıplak gözle en rahat ve en kolay gözlemlenebilen morfolojik ve ekolojik veçheler olsun, ister kolektif tutumlar ya da değerler gibi toplumsal gerçekliğin daha “derin” katları olsun, doğrudan gözlem başlangıçta, daima serbest bir gözlem olarak gerçekleşecektir: serbest gözlem, ilk planda soruşturmacının sezgisine yer verir. Soruşturmacı bu aşamada, ilgisini çeken olguları hem – daha tam netleşmemiş bir biçimde de olsa- toplumun bütünüyle hem de kendi öz deneyimi ile olan ilişkileri içinde yakalar. Araştırma hipotezlerinin kurulup düzenlenmesi ve inceleme alanlarının ilk ve geçici sınıflandırılması, serbest gözlem çerçevesinde gerçekleşecektir. Metodlu gözleme geçilmesi ancak bundan sonra mümkün olabilir.

b) Metodlu Doğrudan Gözlem: Metodlu Doğrudan Gözlem kontrollü bir gözlem usulüdür. Metodlu Gözlemin yapılabilmesi için, araştırma hipotezlerinin daha önceden geliştirilmesi gerekmektedir; işte bu hipotezlerden kalkılarak bir gözlem planı, yeni soruşturmacı açısından “metodlu bir akıl defteri” işini gören soru kağıdının oluşturulması mümkün olacaktır. Ancak burada belirtelim ki, soru kağıdı hangi gözlemlerin yapılacağını belirleyip kontrol etmeyi amaçladığı ölçüde soruşturmacı için değişken bir girişim cetveli oluşturmaktan uzaklaşacaktır. Gerçekten de soru kağıdının tehlikesi bu noktada ortaya çıkar: soruşturmayı yapan sosyolog gerek kendi geçmiş deneyiminin gerek sosyolojinin önceden edinilmiş genel sonuçlarının etkisi ve o anda gerçekleştirmekte olduğu gözlemin çerçevelerine müdahale edip, bu çevreyi bozma eğilimi gösterir. Kafasındaki kavramlar sistemini o anda gözlemekte olduğu toplumsal gerçekliğe uygulaması, bu gerçekliğin sahte, bozulmuş bir suretinin, prefabrike bir hayalinin kafasında oluşmasına da yol açabilir. Etnograf Marcel Griaul’e göre “alan” araştırmalarında “tek geçerli soru kağıdı” anketçinin başlangıçta şu ya da bu nitelikteki verilere ve kendi sezgilerine dayanarak ortaya koyacağı ve ardından da gittikçe kesinlik kazanan bir tekniğe göre geliştirip tamam hale getireceği bir soru kağıdıdır”.

c) Kayıt Usulleri: Metodlu Gözlem, toplumsal gerçekliğin ankete konu olan süreç, çerçeve ya da veçhesini yorumlayıp açıklamaya çalışırken, dikkate alınacak verileri açıkça ortaya çıkarmayı hedef alır. Metodlu gözlem elde edilen verilerin kaydedilmesi ve saklanması yolunda çok çeşitli usullere başvuracaktır: basit sözel nakilden, kodlanmış fişlere, grafikleme usullerinden film ya da ses bantlarına kadar pek çok teknik. Kayıt tekniklerinin önemini azımsamamak gerekir; zira yorum ve açıklama, ancak ve ancak sonradan gerçekleştirilebilen müdahalelerdir; dolayısıyla da yorum ve izahın sağlıklılığı, verilerin iyi muhafaza edilmelerine doğrudan doğruya bağlıdır. Ele alınmak istenen olgunun kendisini doğrudan doğruya gözlemek çoğu zaman mümkün olmaz/ olamaz. Olgu, birden fazla düzlemde ve çok sayıda farklı veçhelerle iç içe olarak meydana gelmektedir. Bu durumda yapılacak olan tek şey, bu olgunun ayrıntılı ve aslına sadık bir kaydının gerçekleştirmektir. Farklılaşımları dikkate alan metodlu bir gözlem, ancak böyle bir kayıt üzerinde yapılabilecektir. Örneğin sosyal morfoloji alanında incelenmek istenen gerçekliğin “okunabilmesi”, “kentsel doku”nun havadan resminin çekilmesi şeklindeki kayıt usulleriyle mümkün olmaktadır. İncelenen şey, çarşı ve pazar gibi geniş boyutlu geçici ve hareketli gruplaşmalar olduğunda, analiz aşamasında, grubun yapısını ve örgütlenme biçimini ortaya çıkarabilmek için gözlemlerin kaydedilmesi gerekmektedir. Etnografya ise, toplumsal hayatın derindeki katlarının incelenmesi için kayıt tekniklerinin ne denli önemli olduğunu gösterir: jestlerin tekniklere ilişkin davranışların, eğlence veya dinsel nitelikli gösterilen filme çekilip muhafaza edilmeleri ve tekrar tekrar seyredilmeleri, davranışların anlamlarının araştırılması konusunda büyük bir kolaylık sağlamaktadır. Gözlem verilerinin kaydedilmesi suretiyle doğrudan gözlem teknikleri aracılığıyla “bilimsel kullanıma hazır” belgeler oluşturma işlemi de gerçekleşmiş olmaktadır.

d) Klinik Gözlem; Münferit Durumların İncelenmesi: Klinik gözlem, belirli bir somut durumun sistemli bir biçimde analiz edilmesini amaçlayan karmaşık bir usul olup, metodlu, doğrudan gözlemin derinleştirilmiş bir türü durumundadır. Tıpta ve psikolojide kullanılan temel bir teknik olan klinik gözlem, gözlemci ile gözlem nesnesi arasında dolaysız bir temanın bulunmasını ve bunun zaman içinde sürdürülmesini gerektirmektedir. Bu özelliğinden dolayı klinik gözlem boyutları itibariyle, ancak kısmı olarak yakalanabilen geniş gruplaşmalara uygulanması çok güç bir tekniktir. Bu durumda klinik gözlem, sosyolojide ancak küçük gruplar düzeyinde (etnografik gözlemin klinik tipte gerçekleşebilmesi ancak dar, sınırlı ve gözlemci ile doğrudan ve “özel” bir temasa girmeyi kabul eden toplumlarda mümkün olabilir) ve bireysel durumlar (topluluk “lider”lerinin topluluklar içindeki olağan dışı kişilerin incelenmesi), düzeyinde uygulanabilir. Ele aldığı nesneyi olabildiğince “tamamı”yla tanımayı hedefleyen bu gözlem tipinde, dolaylı bilgi edinme usullerine başvurulması ve çeşitli mülakat tekniklerinden yararlanılması da söz konusu olmaktadır.

e) “Münferit Durumlar”ın İncelenmesi: Amerikan Sosyal Psikolojisinde çok önem verilen “case study”leri klinik gözlem çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Case Study’lerde amaç, bireysel veya kolektif (ancak bu durumda dar, sınırlı bir gruplaşma söz konusu olabilir) somut bir durumun bir yandan dolaylı yoldan (kişisel belgelere başvurma yoluyla) bir yandan da doğrudan (gözlem ve mülakatlarla) elde edilmiş bilgiler aracılığıyla aydınlatılmasıdır.

f) Metodlu Dolaylı Gözlem: Dolaysız gözlemin vazgeçilmez bir tamamlayıcısıdır; ankete konu olan nesneye ilişkin belgesel verilerden yararlanır. Yazıyı bilen bütün toplumlarda belgesel veriler, sosyolojik soruşturmanın en emin ve en uygun hareket noktasını oluştururlar. Kent veya kırdaki yerleşim merkezlerinin ve daha genel olarak da örgütlenmiş her türlü gruplaşmayı ele alan hiçbir araştırmanın nüfus sayımları, nüfus kütükleri, kiliselerdeki doğum ve evlenme kayıtları, hukuki ve ekonomik belgeler, tapu ve kadastro kayıtları ve benzerlerinin oluşturduğu hazinenin araştırma safhasında ihmal etmesi düşünülemez. Belge niteliğindeki veriler toplumsal düzenlemelerin ve daha genel çerçevede, toplumsal gerçekliğin en derindeki katlarının incelenmesinde de işin içine katılmak zorundadırlar. Elbette bu sıradan bir evrak ayıklama süreci değildir.

İçerik analizi, şu ya da bu okuyucu, seyirci, seçmen vb. kitlesinin, toplumsal sınıfının, grubun ve ya toplumun kullandığı kalıp- yargıları, yapıp- etme modellerini, alamet ve simgeleri, değerleri saptayıp ortaya koymak amacıyla belgesel verilerin (kitaplar, basın, radyo vb.) istatistiksel olarak işlenmesine imkan verecek bir kodlama sistemi çerçevesinde incelenmelerine iyi bir örnek oluşturur.

Sosyolojik soruşturmada belgesel verilerin kullanılması, bu verilerin geçerlilik derecesini bir sorun olmaktan çıkartmaz: hiçbir belge sosyologun hizmetine sunulmak üzere özel olarak (sosyolog tarafından kullanılsın diye) hazırlanmış değildir; toplumsal gerçekliğin diğer herhangi bir tezahürü gibi hiçbir belge de kendi başına hiçbir şeyi belgeleyip kanıtlamayan, ancak analize tabi tutulduğunda anlam kazanabilecek olan bir nesneden öteye hiçbir şey değildir. Doğrudan olmayan (dolaylı) metodlu gözlemde yapılacak olan bürüt (kaba) belgelerden- bu, ister nüfus kütüğü ister bir gazete koleksiyonu olsun- hareket ederek analizde kullanılabilecek veriler inşa etmektir.

g) Katılmalı Gözlem: Bu usul bizi gözlemci- gözlenen iletişimine dayanan tekniklere götürecek yolun başında yer alır. Katılmalı gözlemde, gözlemci yalnızca gözlemci olarak kalmayıp eylemci durumuna da girer: incelenmekte olan grubun çeşitli faaliyetlerine ve tezahürlerine katılarak, bu grupla bütünleşmiş olur. Moreno’ya göre “soruşturmacı ile incelenen özneler arasındaki ilişkiler açısından bir devrim” niteliği taşıyan sosyometrik soruşturma da bu teknik tipiyle ilintilidir. Sosyometri uygulayıcısı, ankete tabi tutulanların kolektif durumlarına iştirak eder. Dahası, yeni durumlar yaratmaya, sahneye koymaya da çaba sarf eder. Bu özelliği ile gözlemciden ziyade, deneyci tavrını benimsemiş olur. İşte bu yüzdendir ki biz sosyometrik teknikleri buradan başka bir yerde ( deney teknikleri çerçevesinde) de ele alacağız. Etnografik soruşturmada – sistematik biçimde olmasa bile- çoğu zaman katılmalı gözlem kullanır. Sosyolog ve Etnograf, güçlü bir biçimde yapılaşmış ve genellikle küçük boyutlu bir grubun içinde yerleşip uzun süre kalmasından ötürü, kaçınılmaz biçimde incelenen grubun bir öğesi (her ne kadar marjinal de olsa) haline gelir.

h) Muhbir Aracılığıyla Gözlem: Etnografik ve sosyolojik araştırmalarda kendisine sık sık başvurulan bir soruşturma tekniğidir. İncelenen toplumun dilinin bilinmemesi, kültürler arasındaki farklılık, bu toplumlarda kolektif toplumsal tezahürlerin genellikle gizli- kapalı anlamlar taşıması ve elde yazılı belge bulunmaması gibi durumların doğrudan gözlemi “nesnel” bilgi kaynaklarına başvurmayı imkansız, en azından çok güç hale getirmesi bu tekniğin etnografyada ve sosyolojide çok sık kullanılmasına yol açar. Ancak etnografyadaki gibi sistemli bir biçimde olmasa da bu teknik usul sosyolojik soruşturmada da vazgeçilmez tekniklerden biridir: bu tekniğin güvenilirliği ve değeri, bir yandan muhbirin niteliğine, diğer yandan da soruşturmacının elde ettiği bilgileri kontrol edip değerlendirirken elindeki tek ölçüt olan kendi tecrübelilik düzeyine doğrudan doğruya bağlıdır.

2- Mülakat Teknikleri

Gözlenen nesne insan oldu mu, hangi dolaysız gözlem usulü kullanılırsa kullanılsın sözel iletişim ister tesadüfen isterse sistemli bir biçimde, ancak mutlaka, gündeme gelmiş olacaktır. Ancak mülakat, özerk bir araştırma tekniği olarak en önce klinik psikolojide daha sonra da sosyal psikoloji ve sosyolojide son derece gelişme göstermiştir; bu durum, mülakat tekniğinin çoğu zaman diğer teknikleri dışlar biçimde tek başına kullanılması, dolayısıyla da sosyolojik soruşturmayı yozlaştırması tehlikesini gündeme getirmektedir.

Sosyolojik soruşturmada çeşitli mülakat usullerine başvurma zorunluluğu doğrudan doğruya toplumsal olguların kendisine özgü özelliklerinden kaynaklanır; zira bu olgular, sadece davranışı dikkate alan ya da sadece nesnel tezahürleri hesaba katan tek bir bakış açısından bütünlükleri içinde yakalanıp kavranamazlar. Kısacası sosyolog, toplumsal olguyu bu olgunun gerçek bir boyutu durumundaki psişik olgudan ayırıp yalıtarak ele alamaz. İşte bundan ötürüdür ki, yukarıda ele almış olduğumuz çeşitli gözlem tekniklerinin hepsi sözel iletişime dayanan uluslerle (nitel görüşmelerle) tamamlanmak durumundadırlar. Buna karşı mülakat tekniği ne denli ince ve gelişkin uygulama usulleriyle donatılmış ve inceleme, gerçekliğin hangi düzeyini yakalamayı hedef alıyor olursa olsun bu teknik tek başına sosyolojik bir araştırmanın dayanacağı yegane temeli teşkil etme yeteneğine sahip değildir. İncelemenin gerçek çerçevesini ve bu çerçeveyi temsil eden bireyleri saptama işi mülakat yoluyla değil tam tersine, mutlaka ve mutlaka mülakat dışındaki farklı işlem usulleriyle gerçekleştirilmek zorundadır. Burada ortaya çıkan problem çiftli bir özellik taşır: problem bir açıdan doğrudan doğruya matematikseldir. Kendisine soru sorulacak bireyin sayısı sonuçların matematik açıdan anlamlı olmasına imkan verecek şekilde saptanmalıdır; diğer açıdan ise, problem sosyolojik bir nitelik taşır; mülakata tabi tutulacak bireylerin seçimi, oluşturacakları örneklemin, içinden alındığı toplumsal bütünü temsil edebilecek derecede homojen olmasını sağlayacak şekilde gerçekleştirilmelidir.

Diğer yandan soruşturmada yalnızca mülakat tekniğinin kullanılması soruşturmanın sosyolojik anlamını ister istermez kısıtlamış olacaktır. Zira mülakat yoluyla ortaya konulabilecek olan kendileriyle mülakat yapılan kişilerin kendi kafalarındaki öznel bir roller ve tutumlar sistemidir; oysa, bu öznel sistem ile yine bu aynı kişilerin gerçek durumlar karşısında üstlendikleri roller ve fonksiyonlar arasında hiçbir zorunlu bağ mevcut değildir. Bu noktada şunu söyleye biliriz: mülakat yoluyla, toplumsal olgular ancak cereyan ettikleri anın ve ortaya çıktıkları gerçek durumun dışında yakalanabilirler.

Son olarak şunu da belirtelim ki anketçi ile soru sorulan kişi arasındaki ilişki hiçbir zaman yansız bir ilişki değildir; bu ilişkinin bizatihi kendisi de- mülakatın aydınlatmaya çalıştığı olgularla bileşim içine giren- yeni bir toplumsal olguya (çok çeşitli biçim ve anlamlar kazanabilen başkalarıyla ilişki olgusu) oluşturmuş olmaktadır.

Bugüne kadar geliştirilmiş muhtelif mülakat usullerinin her biri, ankette elde edilecek çeşitli cevap türlerinin mülakat tekniği açısından ortaya çıkartabilecekleri muhtemel sorunları gidermeyi hedef almaktadır.

a) Serbest mülakat, ankete tabi tutulan kişiyi vereceği cevap konusunda tümüyle serbest bırakan bir tekniktir. Burada hedeflenen, anlam bakımından zengin veriler elde etmektedir; anca bu durum, cevapların kontrol edilmesini çok nazik bir iş haline getirir; cevapların kendi aralarında kıyaslanması ise iyice zorlaşır. Çeşitli serbest mülakat usulleri vardır:

a. Örgütlenmiş mülakat usulunde sorular hep aynı sırayla ve aynı deyimler kullanılarak sorulur. Ancak kişi, düşüncesini ifade etme konusunda tümüyle serbest bırakılır. Bu arada mülakatçının sorgulamayı kolaylaştırmak üzere soruyu sorma biçiminde değişiklik yapması da söz konusu olabilir; bu durumda sorunun tam olarak hangi bilgiyi elde etmeyi hedeflediği, kendisiyle mülakat yapılan kişiye açıklanmak zorundadır.

b. Örgütlenmemiş mülakat ise sorgulanan kişiye göre değişen çok esnek bir plan çerçevesinde uygulanır, kişinin (denek’in) kendiliğinden (spontanelik)liğini mümkün olduğunca bozmamak amacıyla, soruların sıra ve sorulma biçimleri konusunda herhangi bir plana bağlı kalınmaz. Başlangıçta tedavi edeci bir amaçla geliştirilmiş olan yönlendirmesiz mülakat (non- directive interview) tekniğinde ise örgütlenmemiş mülakatın taşıdığı artık özellikler daha da vurgulanarak uygulanır. Bu usulde yapılan, artık sorular sormak değil, tam tersine kişinin konuşmasına fırsat vermektir; mülakatçı burada, sadece dinleyip anlayan öğe olarak mevcudiyetini hissettirir.

b) Kapalı uçlu sorularla mülakat’ta katı bir plan izlenir: soruların sıra ve soruluş biçimleri hep aynı kalır. Mülakata tabi kişinin cevaplarını yorumlayıp açma olanağı yoktur. Ya evet- hayır şeklinde ya da tercih belirterek cevap verecektir. Bu teknik, cevaplayanların hemen anında kodlanmasına, dolayısıyla da “nicelleştirilip” istatistiksel olarak işlenmelerine imkan verir. Ancak bu mülakat içeriğinin anlam bakımından zayıflaması pahasına olur. Bu sakıncayı telafi etmek üzere, çoğu kez aynı bir araştırma içinde, kapalı uçlu mülakata bir de serbest mülakat eklenir. Böyle durumlarda mülakatın kapalı uçlu bölümü, incelenen olguların (inançlar, kanılar, tutumlar vb.) kapsamının sınırlarını belirlerken, serbest nitelikli mülakat da bu olguların içerikleri konusunda derinleşilmesi imkanını verir. Tabii burada öngörülen birinci tür mülakatın ikinci tür mülakata tabi tutulanla bütün noktalarda benzeşen bir örneklem üzerinde uygulanması kesinlikle uyulması gereken bir ilkedir.

c) Tekrarlamalı mülakat (panel mülakatı), mülakat tekniğinin toplumsal bir değişmenin analizine uygulanmasına dayanır. Burada yapılan, grubun hareket halindeki bir toplumsal durum süresince maruz kaldığı dış belirleyicilikler esasında ne şekilde kanaat ve tutum değişikliği gösterdiğini incelemek üzere söz konusu gruptan alınmış bir örneklemin düzenli zaman aralıklarıyla sorgulanmasıdır. Sorgulamanın hep aynı bireyler üzerinde tekrarlanmasından kaynaklanabilecek “çarpıtma- bozulma”ları bertaraf etmek için ise panele esas olan sorular her seferinde, deney örneklemiyle aynı özeliklere sahip “nişan taşı” nitelikli ikinci bir grup (kontrol grubu) üzerinde denenip, kontrol edildikten sonra deney grubuna sorulmalıdır.

d) Derinleştirilmiş mülakatta haber kaynak ve araçlarının, kitlenin tutum ve davranışları üzerindeki etkisini incelemek üzere geliştirilmiş bir tekniktir. Soruşturmacı, serbest tipte bir mülakat çerçevesinde, karşısındaki kişinin belirli bir uyarıcı karşısında (bu uyarıcı, örneğin basın aracılığıyla verilmiş bir mesaj olabilir) ne gibi bir tepkide bulunacağını ortaya çıkartmayı hedeflemektedir. Örgütsüz tipten mülakatta olduğu gibi, panalde de mülakatçının rolü, soru sormaktan çok, karşısındaki kişinin, kendisine verilen uyarıcının kendi tutum ve davranışları üzerinde ne gibi bir etkide bulunduğunu yine kendisinin aydınlatmasına yardım etmeye dayanmaktadır.

e) Soru kağıdı, sosyolojik araştırmalarda sık sık kullanılan, en çok da kamuoyu yoklamalarından bilinen soru kağıdı usulunun de mülakat teknikleri çerçevesi içinde ele alıyoruz. Bu usul aslında kapalı- uçlu bir mülakattan başka bir şey değildir. Çoğu zaman meslekten bir anketçi tarafından uygulanmayıp, soru kağıdının basın yoluyla yayınlanması ya da postayla gönderilmesi, bu usulun zaten baştan taşıdığı sakıncaları daha da arttırmış olur. Soru kağıdı tekniği, cevapların çabucak kodlanıp değerlendirilmesi avantajını taşımakla birlikte, yalnızca bu tekniği kullanarak derinlemesine bir çözümlemeye ulaşmanın olanağı yoktur. Bunun dışında, tekniğin eleştirilecek başka bir yanı yoktur; ancak eleştirilebilir olan tekniğin kendisi değil, daha çok sorulan soruların tipi ve sorgulanacak kişilerin seçiliş biçimidir. Belirli bir nüfusun barınma özellikleri veya ailelerin besin tüketimlerinin nicelik ve niteliği ya da mali kaynak ve bütçeleri konusundaki bir soru kağıdı, kanı ve düşünceler hakkındaki bir soru kağıdının taşıdığı tehlikeleri taşıyacak değildir. Birinci durumda sorulara verilecek cevapların içeriği gerçeklik yargılarından ya da belirli bir olgu veya durumun anlatılmasından ibarettir; fikir ve kanaatleri konu alan bir soru kağıdında ise soruların kişiden talep ettiği, doğrudan doğruya değer yargılarında bulunmasıdır. Bu konuda esas tehlike, verilecek cevapların samimi olup olmadıkları konusu bir yana, sorulan soruların türdeş olduğu varsayılıp sorgulamaya tabi tutulan nüfus kesitinin tümü için hep aynı ve değişmez tek bir anlam ve değere sahip olduğu yolundaki zımni ön-kabulden kaynaklanır. Oysa sorulara verilebilecek yanıtların kapalı uçlu olmaları, farklı kişiler tarafından işaretlenen aynı bir cevabın, birbirinden çok farklı amaç, niyet, değer ve anlamla yüklü olma riskini arttırır ve cevapların anlamlarını kontrol etmeyi son derece güçleştirir; cevaplar soruluş biçimlerine göre de çok farklı sonuçlar verebilmektedir. Alfred Savuvy, bu konudaki klasik örneği şöyle hatırlatılabilir: “1940’da ABD’de aynı bir soru iki farklı biçim altında sorulmuştu: Biçim A: ABD’nin, İngiltere ve Fransa’ya yardım etmek için bugün yaptığından daha fazla bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyor musunuz? Biçim B: ABD’nin, Hitler’e karşı mücadelelerinde İngiltere ve Fransa’ya yardım etmek için şu anda yaptığından daha fazla bir şeyler yapması gerektiği kanaatinde misiniz/

Temelde, bu iki soru da birbirinin aynısıydı; ancak ikinci biçimde, Hitler kelimesinin soruya katılması, sorunun B biçimine olumlu cevap verenlerin, A biçimine olumlu cevap verenlerden %9 daha fazla olması sonucunu doğurmuştur. Daha örneklemin seçilmesi sorunu bile gündeme gelmeden, kamuoyu yoklamalarının ne gibi güçlük ve yanıltıcılıklar taşıdığı bu noktada ortaya çıkmış olmaktadır. Bu nedenle sosyologlar kamuoyu araştırmalarında ve kanaat, tutum ölçer kağıtlarda sorulara gerçek düşünce ve duyguları bulmak amacıyla hipotezlere uygun doğru sorular yöneltme kaygısını sürekli taşımalıdır.

3) Deney Teknikleri

Sosyolojide de fizik ve kimyada olduğu kadar meşru olan, bilimsel nitelikli deneyler yapılabilir. Sosyolojide deney yapmanın mümkün olup olmadığına ilişkin teorik problem, yalnızca münferit işlem usullerini değil, bizatihi sosyolojinin metodunu da tartışma konusu yaptığı ölçüde, bu bölümün sınırlarını aşmış olur. Bu yüzden deneyselci eğilim konusunda burada, sadece iki şey söylemekle yetineceğiz; bu eğilim:

a) Uygulanan deney modeli sosyolojinin dışındandır ve

b) Sosyolojinin bilim statüsü kazanabilmesini, fizik bilimindeki deneylere özgü kavram ve işlemlere noktası noktasına uyan bir kavramsal aygıtı benimseyip işlemlerini bu çerçevede yürütmeye başlaması şartı aranmaktadır.

Oysa esas problem, her şeyden önce sosyolojik olguların doğasının ve gerçek boyutunun, deneye elverişli olup olmadığının bilinmesidir. Üzerinde deney yapılan nesnelerin neler olduğuna bir göz atarsak, deneylerden umduğu sonuçlar konusunda sosyologun düşkırıklığına uğraşmakta pek fazla gecikmeyeceği apaçık ortaya çıkar: gerçekten de deney, deney gerekleri uyarınca oluşturulmuş yapay gruplar (laboratuar grupları) üzerine gerçekleştirilmekte ve genellikle de sadece sosyo- psikolojik ve kişiler arası bir anlama sahip olabilmektedir.

a) Laboratuar Teknikleri: Deneysel tekniklerden umulan yarar, temelde deneysel gerçeklik üzerinde mutlak (kesin) bir kontrol kurma imkanından kaynaklanır ki, daha önce de görmüş olduğumuz gibi, sosyologun gerçek durumlar üzerinde böylesine bir kontrol imkanı laboratuarlarda, ancak yapay olarak yaratılan durumların gerçek durumlarla kıyaslanamayacak, dolayısıyla da genellemelere gidilmesini imkansız kılacak derecede basitleştirilmeleri pahasına sağlanmış olmaktadır. Deneyin kontrol altına alınması, ancak üzerinde deney yapılacak duruma ilişkin olup da deneye tabi tutulmak üzere muhafaza edilen ögelerin (deney değişkenleri) az sayıda ve diğer etkenlerden yalıtılabilecek nitelikte olması ve deney durumu içinde yer alan diğer ögelerin (bağımsız değişkenler) etkilerinin ise çeşitli usullerle ortadan kaldırılması şartıyla mümkün olur. Belirli bir durumun içerdiği A ve B değişkenleri denenmek üzere ele alınmışlarsa, burada uygulanacak deneysel teknik, A değişkenini (bağımsız değişken) değişikliğe uğratmak suretiyle durumun kendisinde de bir değişikliğin meydana gelmesini sağlamaya ve bu değişikliğin, B (Bağımlı değişken) değişkeni üzerindeki etkilerini gözlemeye ve ölçmeye dayanır. Burada öngörülen, deneycinin elinde, deney sırasında durumu üzerinde değişiklik meydana getirilecek bir deney grubunun, bunun yanı sıra da kuramsal olarak bu birinci grupla özdeş ve deney sırasında durumu hiçbir değişikliğe uğratılmayacak bir kontrol (nişan taşı) grubunun bulunmasıdır. Deneyin geçerli olması şu üç temel koşula uyulmasına bağlıdır: 1- deney ve kontrol grupları türdeş olmak zorundadırlar; bu gruplar istatistiksel örnekleme teknikleriyle oluşturulacaklardır; 2- Deneye konu değişkenler azami ölçüde saflaştırılmış olmalıdırlar ki, bu da sosyologu yapay olarak basitleştirilmiş bir durum yaratmak zorunda bırakır; 3- Kontrol dışında kalan değişkenler, ya deney dışı bırakılmak (en basit deney şemalarının benimsenmesi yoluyla), ya grupların her biri üzerindeki etkilerinin birbirine eşit kılınması ya da söz konusu etkilerin gruplar arasında tesadüfi bir biçimde dağıtılması (en sık başvurulan usul budur) suretiyle etki bakımından sınıflanmak zorundadırlar. Deney sonuçlarının yorumlanması ise elde edilen sonuçlanır, yalnızca tesadüflerin bir oyunu sonucunda elde edildikleri şeklinde ifadesini bulan bir “yok hipotez” e dayanılarak gerçekleştirilir. Böylesi sonuçların, yalnızca tesadüfler sonucunda elde edilmesi yeterince zayıf bir ihtimal olarak ortaya çıkarsa, “yok hipotez” atılıp, deneysel testin anlamlı olduğuna karar verilir.

b) Laboratuar Deneyler ile Sosyolojik Soruşturma Arasındaki İlişkiler: Laboratuar deneylerinin, sosyolojik soruşturmanın yerini tümüyle dolduramayacakları açıktır. Bu durumda laboratuar deneylerinin sosyolojik anket ile olan ilişkilerini ele aldığımızda şu hususu kaydedebiliriz: laboratuar deneyleri, “saha”da da doğrulanma ihtimali taşıyan çalışma hipotezlerinin oluşturulmasına imkan verebilirler; ve bu şekilde de, kuramın oluşturulmasına katkıda bulunmuş olurlar. Bu noktada şu yorumlamaya yaklaşmak mümkün olur ki deney (bir ön deneme olmaktan çıkıp) gerçek durumların daha iyi anlaşılabilmesini amaçlayan stratejik bir metodoloji olarak ele alınıp kabul edilmiş olmaktadır. Ancak şu çok iyi bilinmelidir ki, laboratuar grupları üzerindeki deneylerde elde edilen sonuçların kuramsal olarak gerçek gruplara genellenmesi, yanılgıya düşürme ihtimali çok yüksek olan bir yoldur.

c) Sosyometrik Teknikler: Sosyometrinin başlatıcı olan Moreno, sosyometrinin, bir mikrososyoloji olarak, yani uygulandığı gruplar ne çapta (büyük ya da küçük) olurlarsa olsunlar, bu grupların içindeki çıplak gözle doğrudan doğruya yakalanamayan dinamik (hareket halindeki ve harekete geçirici) ögelerin görülebileceğini belirtir. Bu konuda Moreno haklı olarak şunları da yazar: “insan ilişkilerinin bu temel atomik (ya da mikrososyolojik) tezahürlerinin incelenmesini, makrososyolojik araştırmalar için zaruri bir giriş ve temel olarak görüyoruz” Sosyometride kullanılan işlem usullerinin, doğrudan doğruya sosyolojik bir anlama sahip olmaları, sosyometrinin, toplumsal gerçekliği, kendisinin bu gerçekliği yakaladığı düzey olan mikrososyolojik düzeye indirgemediği ölçüde mümkündür.

Sosyometrik işlem usullerinin tasvir edip ölçmeyi hedeflediği her türlü gruplaşmanın temel ve ilk kurucu ögesi kendiliğinden insan ilişkileridir. Ancak nesnelliği, sadece olguların dıştan gözlem, istatistik vb. yoluyla tespit edilip mekanik bir biçimde birbirlerine eklenmesi temeline dayandırmakla yetinen eski yöntemler, mikrososyolojik gerçekliği tam ve kesin bir biçimde gözlemede yetersiz kalırlar. Aynı şekilde klasik içebakış teknikleri de toplumsal durumları, bu durumların ortaya çıktıkları an ile söz konusu durum arasındaki ilişkiden bağımsız olarak, yalnız ve yalnız “geçmiş” te yakalayabilmektedirler. “Araştırma teknikleri, bu alanda daha büyük bir nesnellik elde edebilmek için bir öznelleşme krizini yaşamak zorundadırlar” Moreno’nun deyişi ile sosyometrik teknikler, “anketçi ile incelenen kişiler arasındaki ilişkiler konusunda bir devrim” meydana getirmektedir: kişiler, artık birer gözlem nesnesi olarak ele alınmamaktadırlar; öznelerin kendileri de ankete tam anlamıyla aktif bir şekilde katılmakta ve kendi davranışlarının tümüyle aktif öznesi durumunda bulunmaktadırlar; anketçi ise incelediği grupla bütünleşmekte, bu grubun eylemine kendisi de katılmakta ve bu şekilde kolektif bir deneyimin içinde hem gözlemci, hem de eylemci durumunu aynı anda birlikte yaşamış olmaktadırlar. Gerçekten de burada, artık anket ya da katılmalı gözlemden ziyade, deneyden söz edilmesi gerekmektedir; zira burada gözlemlenen şey, deneycinin gruptaki kişilerle olan ilişkisi çerçevesinde gribin içinde meydana getirdiği değişiklikler olmaktadır. Diğer yandan, sosyometrik araştırmanın sahip olduğu sosyolojik boyut, bu araştırmanın deneysel usulleri, “olay yerinde” (in situ), yani bir laboratuarın yapay çerçevesi içinde değil, fakat gerçek gruplar üzerinde uygulanmasını mümkün kılmaktadır. Bu şekilde, sosyometrik deneyler belirli gerçek bir sınıftaki çocuklar, belirli gerçek bir şantiyede çalışan işçiler, belirli gerçek bir hapishanede yatan tutuklular, belirli bir gerçek çevrede yaşayan özürlüler, yoksullar vb. üzerinde yapılmış olacaktır.

Bu teknik usuller, sosyometrik test çerçevesinde uygulanırlar. Sosyometrik testin ele aldığı ise, bireylerin deney esnasında kendisine katıldıkları grubun üyeleri sıfatıyla birbirleri karşısında sahip oldukları duyguların keşfi ve ölçümüdür: örneğin belirli bir sınıftaki öğrencilerden, yanına oturmak istedikleri arkadaşlarını serbestçe seçmeleri istenecektir. Yapılan tercihler hesaplanır; ve tercih edilen çocukları, bir yana bırakılmış çocukları ve ara bir konumda bulunan çocukları ayrıştıracak katsayılar tespit edilir. Testin içeriği ise, deneye tabi tutulan grubun karakterine ve seçime esas olan ölçüte göre değişiklik gösterecektir.

Bu testi tamamlayacak olan ise toplumsal örgütlenme biçimi (configuration sociale) testi olacaktır: bu testle amaçlanan, üyelerin yapmış oldukları tercihlerden kalkarak grubun iç bağlılık katsayısını tespit etmektir. Burada uygulanan usul, tercilerin nasıl olacaklarına ilişkin matematiksel ihtimal ile gerçekten yapılmış olan (fiili) tercihlerin kıyaslanmasına dayanır. İhtimali terciler ile gerçekleşmiş (fiili) tercihler arasındaki fark ise grubun toplumsal örgütlenme biçimini ortaya koymuş olacaktır. Test sonucu ortaya çıkan karşılıklı olumlu tercihlerin katsayısı, kuramsal (matematik ihtimale dayanan) katsayıdan büyükse, grup yüksek bir iç bağlılık gösteriyor demektir, tersi durum ise grubun dağılma eğilimi taşıdığını gösterir.

Dramatik teknikler, psikoterapi kökenli olan psikodrama ve sosyodrama usulleri, sosyometrideki “kendiliğindenliğin araştırılması alanındaki deney” çerçevesinde de kullanılırlar. Bu tekniklerin kullanılmasının temelinde, kişiler arası ve kolektif durumları in situ (olay anında- yerinde) ve in statu nascendi (durumun doğuş süreci içinde) yakalıyıp kavrama kaygısı yatar. Ancak burada, ifade bakımından zenginleştiği ölçüde matematik kesinlikten uzaklaşan deneyler söz konusudur. Psikodram, psikolojinin ve psikanalizin yapay ve çarpıtıcı kabul edilen klasik usullerinin yerine, bireyin kendisini, kendi gerçek varoluşunun olabildiğince aslına uygun biçimde yeniden yaratıldığı deneysel bir eylemi koymuş olmaktadır. Kişi, psikodramada kendi durumunu anlatmamakta, fakat bu durumu oynamakta ve yeniden yaşatmaktadır.

Sosyodramanın nesnesi ise “gruplar ve zihniyetler arasındaki ilişkiler”dir. Burada ele alınan belirli bir birey değil, fakat bir topluluktur. İşte bu topluluk önünde, oyuncular işin içine kendi kişisel özelliklerini katmaksızın patron, işçi, koca, karı vb. gibi toplumsal rolleri yeniden yaşatıp oynarlar. Seyirci durumundaki topluluk, kendi önünde oynanan rollerde ve bu rollerin arasındaki ilişki, bağlantı ve çatışmalarda kendi kendisini bulup yakalar; ve gösterdiği tepkiler vasıtasıyla, oynanan toplumsal dramaya katılmış olur. Sosyologlar için sosyodrama toplumdaki bütün gerilimleri minyatür bir boyutta yakalayıp ortaya koymuş olmaktadır. “Seyirci topluluğu kamuoyunu temsil eder; sahnedeki oyuncular tarafları temsil ederler; dramayı yöneten kişi ise grubun eylemini sembolize etmektedir” ancak sosyodrama usulüyle ortaya konan deneyin ister istemez yapay bir nitelik kazanması, makrososyal düzeyle ilgili olan bu usulün önemini ve yararlılığını büyük ölçüde azaltır.

4) İstatistiksel Teknikler

Sosyolojik araştırma teknikleri açısından bakıldığında, istatistik disiplini, “kesin bilimler” ile olan uzun süreli alışverişlerinden dolayı, sosyologun ele aldığı olgulara tam anlamıyla uyarlanmış aletler geliştirememiştir. İstatistiksel usulleri en iyi biçimde kullanan sosyolog “Toplumsal bilimlerle uğraşan kişi için istatistiğin gelişmesinde uyarıcı fonksiyonu gören problemlerin diğer alanlardan gelmiş olması, dolayısıyla da istatistikteki gelişmelerin, toplumsal bilimlerdeki olgulara çoğu zaman uygulanamaz oluşu, gerçekten üzüntü verici bir durum” olarak görür ve bu noktada hataya düşebileceği yerleri asla göz önünden ayırmaz.

Örneğin “olasılık hesabının ve istatistiksel yasaların geçerliliği burada hiçbir şekilde matematiğin –burada matematik, sadece bir ifade aracı durumundadır- kendisine değil, fakat kendi üzerlerinde ortalama ve orantı hesapları uygulanan gerçek toplumsal çerçevelerin, topluluk ve evrenlerin (popülasyonların) araştırılıp tespit edilmelerindeki başarının derecesine bağlıdır”.

Ancak ele alınacak toplumsal “bütünler (topluluk, birim ya da kategoriler)”, işin başında tanımlanmamış; araştırmaya konu olacak nesneler ise doğruluğunun kontrol edilmesi çok güç yorumları getirebilecek derecede netlikten yoksun (oynak, kaypak, flu) olurlarsa; istatistiksel usuller, en ileri derecede geliştirilmiş olsalar dahi, burada uygulanması nasıl mümkün olabilir ve ne işe yarayabilir ki? Ancak ampirik araştırmada en sık rastlanan da işte bu durumdur. Sosyologların yaptıkları çalışmalarda teknik bakımdan en büyük hata bu noktadan kaynaklanmaktadır.

Yukarıda ele almış olduğumuz deney usullerinde, istatistiksel tekniklerin geniş ölçüde kullanılıyor olması da oldukça anlamlıdır; bu istatistiksel teknikler, kontrol teknikleri (örneklemlerin homojenliğinin – türdeşliğinin-, kontrol altına alınamayan değişkenlerin yansızlaştırılmasının –sıfırlanmasının- kontrolü vb) ve deney sonuçlarının yorumlanmasına imkan veren ölçüm teknikleri (anlamların sağlamasının yapılması, korelasyon katsayıları vb.) olarak işin içine sokulurlar. Ancak böyle bir kullanımı mümkün kılan, doğrudan doğruya deney çerçevesinin ve deney ögelerinin deneyci için bir veri durumunda bulunmalarıdır: deney çerçevesinin ve deney ögelerinin birer veri olarak ele alınmalarına imkan veren ise, deneyin kaçınılmaz bir biçimde yapay bir deneyim (yaşantı) niteliği taşımasıdır. Deneyin sağladığı netlik ve kesinlik gerçeğin basite indirgenmesi pahasına elde edilmiştir, ki bu basite indirgeme, sonuçta gerçeğin sosyolojik boyutunu yitirmesine yol açacaktır. İstatistiksel usullerin deysel çerçeve dışında da verimli olabilmeleri ise, bu usullerin, yeterince saflaştırılmış verilere uygulanması şartıyla mümkündür; ancak toplumların, morfolojik ve ekolojik düzeylerinin ötesine geçilip tutum, inanç , kanı, sembol ve değerler düzeyi gibi özünde niteliksel düzeylere yaklaşıldıkça, verilerin yeterince saflaştırılması genellikle mümkün olmamaktadır. Tutumların ölçülmesine ilişkin pek çok çalışma, istatistiksel tekniklerin kaba verileri saflaştırıp net ve kesin biçimlere kavuşturmadaki güçsüzlüklerinin en belirgin örneklerini oluşturur: verilerin tabi tutuldukları istatistiksel muamelenin kesinlik ve netliği ile ölçüm birimlerinin belirlenmesinde kullanılan ve hepsi de belirli bir eksperler grubunun kanaatlerini esas almaya dayanan usullerin sıradanlığı birbirleriyle büyük bir tezat teşkil eder.

Sondaj (sampling) teknikleri, bu bölümün başında, toplumsal nitelikte olanın istatistiksel bir anlayışla ele alınmasının, sosyolojik anket açısından tehlikeler arzettiğini belirtmiştik. Böyle bir anlayış gerçek kolektif (kısmi veya bütünsel) birimleri, istatistiksel bir popülasyona (evrene) yani anketçi tarafından bir ya da birden çok ortak karakteristik esasında belirli bir kategoriye dahil edilmiş bireyler arasında8n seçilerek oluşturulan, bir bireyler yığmasına (toplamına) indirgeyecektir. Böylesine bir bireyler toplamı, içinden soyutlanıp alındığı gerçek kolektif birimi temsil etme durumunda olamayacaktır. Ancak sosyolojik anket, büyük çaplı grupları, hele bütünsel toplumları ele alacaksa, soruşturmanın, bütünün yalnızca bir bölümüyle sınırlandırlması zorunlu hale gelir. Sondaj (örneklem saptama) tekniklerinin hedef aldıkları da bu sınırlandırma problemini, örneklerin içinden alındıkları bütünlükleri temsil edebilecek şekilde seçilmelerini sağlamak suretiyle çözmektir.

Tesadüfi Sondaj (Random Sampling): İhtimallerin hesaplanması üzerine kurulur. Bu sondaj tipinde örneklem, toplam nüfus içinden, büyük sayılar yasasının işlemesine imkan verecek sayıda bireyin, kura usulüyle tesadüfi olarak seçilmesi yoluyla oluşturulur. Gerçekten de kura tesadüf esnasında gerçekleştirildiğinde, seçilen örneklemin ortalamaları toplam nüfusun gerçek ortalaması çevresinde toplanmış olmaktadır; bu toplanma, örneklemin çapı büyüdüğü ölçüde daha da yoğunlaşır. Başka bir şekilde söylersek, burada, örneklemin genişliğini, örneklem ortalamalarının evrenin (popülasyonun) gerçek ortalamasından uzaklaşma ihtimalini zayıflatacak şekilde belirleme imkanı vardır.

Amprik Sondajlar: Tesadüfi sondaj, örnekleme dahil edilen birimlerin seçiminde hiçbir ölçütü işin içine sokmaz: her birim kendisinden başka hiçbir şeyi temsil etmez. Temsil edici bir nitelik taşıyan, sadece bu birimlerin toplamıdır. Ampirik sondajlar ise tersine evreni (popülasyonu), evrenin bütününü bir ölçüde tanıyıp hakkında fikir sahibi olmayı gerekli kılan bir ya da bir çok ölçüt esasında bir ön bölümlemeye tabi tutarlar. Örneklem her bir alt evrenden (alt popülasyon ya da tabaka) alınan bireylerden oluşur. İncelenen bütünün, birimler ya da birbirine benzeyen birim grupları (mahalle, bucuk vb) halinde bölümlenmesi de mümkündür; ki bu durumda örneklem, bu birimlerin bazılarından alınmış olan bireylerden oluşacaktır.

Bu usul sayesinde örneklemin coğrafi açıdan fazla geniş bir alana dağılması önlenmiş olur.

Ampirik örnekleme usullerinde anketçi, “çarpıtma- saptırma” tehlikelerini önlemek için fevkalade temkinli davranmak zorundadır. Zira örneklem, sondaj çerçevesinde saptanıp kontrol edilen bu tür özellikler esasında seçilmiş ise, bu örneklemin toplam nüfusu bir bütün olarak değil, fakat sadece ve sadece bu seçilmiş özellikler açısından temsil ediyor olması da pekala mümkündür.

Sonuçta her sondaj, tesadüfi sondajda olduğu gibi –istatistiksel açıdan tümüyle geçerli olsa bile-, ancak yaklaşık bir nitelik taşır; zira “popülasyon (evren)”, bir bireyler toplamı değil de toplumsal bir “bütün” olduğu andan itibaren, örneklem hiçbir zaman içinden alındığı bu popülasyonun küçük boyutlu ve tümüyle sadık bir sureti olamayacaktır. Aynı şekilde “evren (popülasyon)” in bütününü, yani gerçek kolektif birimleri ve de onların düzenlenme biçimlerini, hiç değilse kısmen tanımaya imkan verecek önbilgiler olmaksızın, sondaj (örneklem aracılığıyla yoklama) yoluyla anket, hiçbir sonuç vermemeye mahkumdur.

Hiç yorum yok: